30 Ocak 2013 Çarşamba

~ EVDE SALEP YAPIMI ~




Salep bir çoğumuz için kış aylarında akla gelen ilk içecek. Tarçınlı, üzerinde dumanı tüten bir salebe çok az kişi hayır diyebilir. Saf salepten evde salep yapabilir veya 2. tarifteki gibi de deneyebilirsiniz.

Salebiyle ünlü, hakkını vererek yapan birçok adres var. Ancak biraz uğraşla siz de evde hazırlayabilirsiniz.

Malzemeleri:
Yarım çorba kaşığı salep
4 bardak süt
2 çorba kaşığı toz şeker
Tarçın

Yapılışı:
Salep ve şekeri tamamen karıştırın.
Karışımı bir tencereye alın.
Sütü üzerine yavaş yavaş ekleyerek tamamını eritin.
Kısık ateşte sürekli karıştırarak pişirin.
15 dakika kadar pişirmeye devam edin.
Koyulaşmaya başladığında ateşten alın.
Fincanla servis ettiğiniz salebi toz tarçınla süsleyebilirsiniz...


Ev Yapımı Salep İçin

Malzemeler: 1 tatlı kaşığı nişasta 1 tatlı kaşığı patates nişastası 1 tatlı kaşığı pirinç unu 1 su bardağı süt 1 1/2 çorba kaşığı toz şeker Tarçın (istenildiği takdirde)

Yapılışı: Tencerede nişasta, patates nişastası ve pirinç ununu hafif kavurun. Daha sonra süt ve toz şekeri katın. Kıvam alıncaya kadar pişirin. Üzerine de istenildiği takdirde tarçın serpip servis yapabilirsiniz..


23 Ocak 2013 Çarşamba

~ MEVLİD KANDİLİ (KUTLU DOĞUM) ~




Mevlid Kandili Nedir Anlamı bilgi; İnsanlığın kurtuluşu için gönderilen son ve en büyük Peygamber, bizim Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v) 571 yılında Kameri aylardan Rebiü'l-evvel ayının 12. gecesi doğmuştur. Bu mübarek geceye "Mevlid Kandili" denir.

O'nun doğduğu çağda dünyanın her tarafında cehalet, zulüm ve ahlâksızlık almış yürümüş, Allah inancı unutulmuş, insanlık korkunç ve karanlık bir duruma düşmüş, dünya yaşanmaz hale gelmişti.

Sevgili Peygamberimizin tebliğ ettiği İslâm dini ile dünya aydınlandı, tek Allah inancı ile kalpler nurlandı. Eşitlik, adalet ve kardeşlik geldi. O'na inanan toplumlar gerçek huzura kavuştu. O'nun doğduğu gece, insanlığın kurtuluşu için çok hayırlı ve mübarek bir başlangıçtır.

Bu gece, müslümanlar arasında yüzyılllardan beri büyük bir coşku ile kutlanmakta, Sevgili Peygamberimiz derin bir saygı ile anılmaktadır. Büyük Türk Alimi Süleyman Çelebi tarafından yazılan ve asıl adı "Vesiletün'necat" olan mevlid kitabı O'nun doğumunu, üstünlüğünü ve mucizelerini en güzel bir şekilde dile getiren değerli bir eserdir.

Peygamberimizin doğum yıldönümlerinde okunan mevlidleri saygı ile dinlemek, O'nun mübarek ruhuna salât ve selâm okumak hiç şüphesiz büyük milletimizin Sevgili Peygamberimize olan engin sevgi ve bağlılığının bir ifadesidir.

Bununla beraber, O'nun ahlâk ve fazilet dolu hayatını öğrenmek ve kendimize örnek almak başta gelen görevlerimizdendir. Asıl o zaman O'nun sevgisini ve hoşnutluğunu kazanmış oluruz.
Yeryüzünü mânevî bir karanlık kaplamıştı.

Mevcudat, beşerin zulüm ve vahşetinden adeta mâteme bürünmüştü. Göz­yaşı döken gözler değil, ruh ve kalpler idi. Kalp ve ruhların keder, elem ve gözyaşına âlem de iştirak etmiş, sanki umumî yas ilan edilmişti!

Yeryüzü saadetin, sevincin ve huzurun kaynağı olan “tev­hid” inancından mahrumdu. Küfür ve şirk fırtınası, ruh­ları ve kalpleri kasıp kavurmuştu. Gö­nüllerde tek mâbud yerine, birçok bâtıl ilâh yer almıştı! Hakikî sahibini arayan ruhların feryadı ortalığı çınlatıyordu.

İnsanlar, birbirini yiyen canavarlar misâli vahşîleşmiş, küfür, şirk, cehalet ve zulüm bataklığında boğulmaya yüz tutmuşlardı. Zâlimin zulüm kamçısı al­tında mazlum inim inim inler hale gelmişti.

Âlem mahzun, varlıklar mahzun, gönüller mahzun ve simalar mahzundu.

Akıl, ruh ve kalpleri mânevî kıskacı altına alıp olanca kuv­vetiyle sıkan bu küfür ve şirke, bu dalâlet ve cehalete, bu hüzün ve sıkıntıya beşerin daha fazla katlanmasına Allah’ın sonsuz merhameti elbette müsaade edemezdi! Bütün bunlara son verecek bir zâtı, şefkat ve merhametinin bir eseri olarak elbette gönderecekti!

İşte, o zât geliyordu!

Dünyanın mânevî şeklini beraberinde getirdiği nurla değiştirecek eşsiz in­san, Allah’ın Son Peygamberi geliyordu!

Cin ve inse ebedî saadetin yolunu gösterecek Hz. Muhammed (a.s.m.) geli­yordu!

O An…
Kâinat, hürmet ve haşyet içinde Efendisini beklemekte idi. Her varlık, ken­disine mahsus diliyle, hal ve hareketiyle bu emsâlsiz insana “hoş-âmedî”de bu­lunmak üzere sevinç içinde hazır durumda idi.

Tarih: Milâdî 571, Nisan ayının yirmisi.
Fil Vak’asından elli veya elli beş gece sonra.
Kamerî aylardan Rebiülevvel ayının on ikinci gecesi.
Mekke’de mütevazı bir ev. Günlerden Pazartesi. Vakit, vakitlerin sultanı seher vakti.
Bu mütevazı evde ve bu eşsiz vakitte muazzam ve eşsiz bir hadise vuku buldu: Kâinatın Efendisi Hz. Muhammed (a.s.m.), dünyaya gözlerini açtı!
Bu göz açışla birlikte âlem, sanki birden elem ve mâtemini unutarak sürura garkoldu. Karanlıklar, ânında nurla yırtılıverdi. Kâinat, sevinç ve heyecan için­de adeta, “Doğdu ol saatte Sultan-ı Din Nura garkoldu semâvât-ü zemin” di­ye haykırdı.

O vahşet devrinde kâinat ufkundan bir güneş doğdu. Bu güneş âhirzaman Peygamberi Hz. Muhammmed Aleyhissalâtü Vesselam idi. Tarihin seyrini, hayatın akışını değiştiren bu eşsiz olay, dünyayı yerinden sarsan değişimlerin en büyüğü idi.

İşte insanlığın akıl ve kalbinde düğümlenen "Necisin, nereden geliyorsun, nereye gidiyorsun?" sorularını, düğümlerini çözüp kâinatın Sahibini ilân ve ispat edecek bir zatın teşrifi sadece insanların ruh ve kalbinde değil, diğer varlıklarda, hattâ cansız eşyada bile yansımasını bulacaktı.

Doğudan batıya bütün âlemin nurlara büründüğü, İlâhi değişimin tecelli ettiği o gece neler oldu neler?

Yahudi ileri gelenleri ve âlimleri kitaplarında daha önce rastladıkları işaret ve müjdelerin açığa çıktığını gördüler. Kimsenin haberi olmadan en önce onlar bu müjdeyi verdiler.

O gece Yahudi âlimleri semâya bakıp "Bu yıldızın doğduğu gece Ahmed doğmuştur" dediler.(1)

Bîr Yahudi İleri geleni Mekke'de Peygamberimizin doğduğu gece, içlerinde Hişam ve Velid bin Muğire, Utbe bin Rabia gibi Kureyş ileri gelenlerinin bulunduğu bir toplantıda,
- "Bu gece sizlerden birinin çocuğu oldu mu?" diye sordu.
- "Bilmiyoruz" diye cevap verdiler.
Yahudi, "Vallahi sizin bu ihmalinizden iğreniyorum!
"Bakın, ey Kureyş topluluğu, size ne söylüyorum, iyi dinleyin. Bu gece, bu ümmetin en son peygamberi Ahmed doğdu. Eğer yanlışım varsa, Filistin'in kudsiyetini inkâr etmiş olayım. Evet, onun iki küreği arasında kırmızımtırak, üzerinde tüyler bulunan bir ben var" dedi.

Toplantıda bulunanlar Yahudinin sözünden hayrete düştüler ve dağıldılar. Her birisi evlerine döndüğünde bu durumu ev halkına anlattılar. "Bu gece Abdülmuttalib'in oğlu Abdullah'ın bir oğlu doğdu. Adını Muhammed koydular." haberini aldılar.

Ertesi gün Yahudiye vardılar:
"Bahsettiğin çocuğun bizim aramızda dünyaya geldiğini duydun mu?" dediler.
Yahudi "Onun doğumu benim size haber verdiğimden önce midir, sonra mıdır?" dedi.
Onlar, "Öncedir ve ismi Ahmed'dir" dediler. Yahudi, "Beni ona götürün" dedi.
Yahudi ile beraber kalkıp Hz. Âmine'nin evine gittiler, içeri girdiler.
Pegamberimizi Yahudinin yanına çıkardılar. Yahudi Peygamberimizin sırtındaki beni görünce, üzerine baygınlık geldi, fenalaştı. Kendine gelip ayıldığı sırada,

"Ne oldu sana, yazıklar olsun" dediler.

Yahudi, "Artık İsrailoğullarndan peygamberlik gitti. Ellerinden kitap da gitti. Artık Yahudi âlimlerinin kıymet ve itibarları da kalmadı. Araplar peygamberleriyle kurtuluşa ereceklerdir.

"Ey Kureyş topluluğu, ferahladınız mı? Vallahi size, doğudan batıya kadar ulaşacak bir güç, kuvvet ve bir üstünlük verilecektir" dedi.(2)

Kâinatın Efendisini dünyaya getiren bahtiyar annenin henüz dünyaya gelmeden görüp gördükleri çok manalıydı..

Peygamber Efendimize hamileyken rüyasında, "Sen, insanların en hayırlısına ve bu ümmetin efendisine hamile oldun. Onu dünyaya getirdiğin zaman 'Her hasetçinin şerrinden koruması için bir ve tek olana sığınırım' de, sonra ona Ahmed yahut Muhammed ismini ver."

Yine kendisinden çıkan bir nurun aydınlığında bütün doğuyu ve batiyi, Şam ve Busra saray ve çarşılarını, hattâ Busra'daki develerin uzanan boyunlarını gördüğünü Abdülmüttalib'e anlatmıştı.(3)

Aynı gece Hz. Âmine'nin yanında bulunan Osman ibn Âs'ın annesinin gördükleri de şöyle:

"O gece evin içi nurla doldu, yıldızların sanki üzerimize dökülecekmiş gibi sarktıklarını gördük."

Evet bu ulvî anı dile getiren Mevlid'in yazarı Süleyman Çelebi bütün bu hakikatleri şu beytiyle şiirleştirmiştir:

"Hem Muhammed gelmesi oldu yakin
Çok alâmetler belürdi gelmedin"

Rabiülevvel ayının 12. Pazartesi gecesi, yapılan hesaplamalara göre, Miladi takvime göre 20 Nisan'a denk gelen gece idi.

Dünyayı şereflendiren iki Cihan Serverinin üzerini o günün bir âdeti olarak bir çanakla kapattılar.

Araplara göre o zaman, gece doğan çocuğun üzerine bir çanak koymak ve gündüz olmadan ona bakmamak âdetti. Fakat bir de baktılar ki. Peygamber Efendimizin üzerine konulan çanak yarılarak ikiye ayrılmış, Efendimiz gözlerini gökyüzüne dikmiş, başparmağını emiyordu.(5)

Evet, bu işaret her türlü küfrün, zulmün, şirkin ve her türlü bâtıl inanç ve âdetlerin parçalanıp yok olması, imanın, nurun ve hidâyetin kâinatı aydınlatması için gönderilmiş bir Peygamber idi.

Aynı gece Kabe'de tapılmakta olan cansız putların çoğunun başaşağı devrildiği görüldü.

Aynı gece Kisra sarayının beşik gibi sallanıp on dört balkonunun parçalanıp yerlere düştüğü öğrenildi.

Sava'da mukaddes tanınan gölün suyunun çekilip gittiği görüldü.

Bin senedir yakılan ve söndürülmeyen mecusi ateşinin sönüverdiği müşahede edildi.

Bütün bunlar işaret ve alamettir ki, yeni dünyaya gelen zat ateşe tapmayı, puta tapmayı kaldırıp, Fars saltanatını parçalayarak Allah'ın izni olmadan kutsal tanınan şeylerin kutsallığını ortadan kaldıracaktır.(6)

İşte bu geceye Veladet-i Nebi gecesi diyor ve onun bütün kalbimizle, ruhumuzla her sene yeniden yâd edip kutluyoruz. Bütün kâinatla bu geceyi karşılayarak onun âleme teşrifine kıyam ediyoruz.
Getirdiği ebedi nura, açtığı saadet caddesine ve sünnet-i seniyyesine yeniden sımsıkı sarılmak ve Mevlid Kandilini vesile ederek ona yeniden biatimizi, bağlılığımızı tazelemek ne yüce bir şeref ve ne büyük bir saadettir.

Yüce Rabbim bizleri sevgili Resulünün şefaatine nail eylesin.

Kaynaklar:
(1)İbn-i Sa'd, Tabakat, 1:60.
(2)A.g.e, 1:162-163.
(3)Taberî Tarihi, 2:125; İbn-i Sa'd, Tabakat, 1:102.
(4)A.g.e., 1:102.
(5)İbn-i Sa'd, Tabakat, 1:102.
(6)Bediüzzaman, Mektûbat,s:161,162.


21 Ocak 2013 Pazartesi

~ MEHTER DUASI ~





Allah Allah, Celilü'l - Cebbar, Muinü's - Set tar Halıku'l - Leyli ve'n - Nehar, Layezal, Zülcelâl, birdir Allah Anın birliğine, Resul - ü Enbiya Peygamberimiz Cenab - ı Ahmed - i Mahmut - u Muhammed Mustafa ( Bütün efrad elleri göğüste olduğu halde rükûa gelir gibi eğilirler ) Al-i evladı-ı Resulü müçtebi imdadı-ı ruhaniyetine; bir cümle Âlem- İ İslam’ın sıhhatü selametine, Ordularımızın devamı Muzafferiyetine Aziz Devletimizin Beka-ü temadüsüne üçler, yediler, kırklar, göçenler demine devranına " Hu diyelim Huuu" denildikten sonra bütün mehter takımı davul ve zilleri şiddetle vurarak dokuz defa "Hu" çekerlerdi. Sonra da üç defa kös vururlardı.

Eli kan kılıcı kan, sinesi üryan, ciğeri püryan, meydan-ı şahadette Allah yoluna revan, Kahrımız Gazabımız düşmana ziyan!... Adüvden korkmadık korkmayız hiç-bir zaman Kura-anda Zafer va-ad ediyor Hazreti Yezdan Uğrun açık olsun ey Serdarı Mücahid, Hüda kılıcını keskin etsin. Ömrünü gün gibi bedid! Fahri âlemi hoşnut etsin. Hak, gaza-i ekberin etsin mübarek ve Sait.

Takımın içinden evvelce seçilmiş dik ve güzel sesli biri tiz perdeden: "Nasrünminallahi ve fethün karib. Ve beşşiril! müminin" ayetini okur, üç defa "Allah" diyecek kadar dururlar. Sonra bütün aletlerle beraber davullar ve kösler hafif vurarak devamlı teramole yaptığı sırada hep bir ağızdan "Allah Allah" deyince susarlar ve baş eğerek geriye döner ve dağılırlar.
_____________________________________________

Mehterin önemini Evliya Çelebi Sultan 4.Murat devrinde büyük bir ordu olayını Şöyle anlatır. "Mimarların mı, yoksa mehterlerin mi alayda önceliği konusunda karar verilemez. Bu hususda görüşmek üzere Mimarbaşı ile Mehterbaşı Sultan Murat'ın huzuruna çıkarlar; Mimarbaşı başlar söze: Padişahım! Mehterler pirsiz esnaf olup Cemşid sanatını tutmuş bir alay Deccal kavmidir, biz padişahımıza saraylar, selâtin camileri, köprüler yaparız, İslam ordusunda lüzumumuz, hizmetimiz vardır; elbet mehterlerden evvel geliriz! Der.
Bunun üzerine mehterbaşı da şu iddiada bulunur.
Padişahım! Hangi bir tarafa gitseniz mehabet, şevket, salâbet ve şöhretiniz için, dosta düşmana karşı davul, kudüm, nefir döverek gitmeniz lazımdır. Cenk Meydanlarında gaziler cenge salmak için köslere biz tokmak çalarız ve askeri şevke getirip biz kaldırırız, padişahımız bir şeye üzülse huzurunda oniki makam, yirmi dört şube, yirmi dört sul, kırk sekiz terkip musiki faslı edip, padişahımızı neşelendiririz. Eski hükema; saz ve söz hanende, âdemin gönlüne safa verir, demişler. Biz de ruha gıda verir esnafız. Bahusus ki nerede Resulullah'ın âlemi olsa, orada dabl-ı Al-i Osman bulunmak gerekir...
Bunun üzerine Sultan 4.Murat, mehterlerin mimarlardan evvel geçmesini irade buyurur...



20 Ocak 2013 Pazar

~ Kedilerin Gözü Neden Parlar? ~




Kedilerin Gözü Neden Parlar?

Merak edenler için bu bilgi ve resim.
Bazılarımıza göre biraz ürkütücü,
biraz komik ve biraz ilginç olsa da!
Ve bir diğer konu;
"bu kadar kedinin, o arabanın üzerinde ne işi var"!?
Parti mi var, toplantı mı var?
acep bu kediler niye toplanmışlar?
Her neyse, bu kadar meraklı olmayalım en iyisi, 
"bizi ilgilendirmez"deyip konumuza geçelim....

* * * * * * * 

Kedilerin Gözü Neden Parlar? (merak edip araştırdığım bilgiden öğrenelim)

Karanlık bir ortamda gördüğümüz iki parlak nokta bizi bir an korkutsa da, onun bir kedi olduğunu anlamamız çok zamanımızı almaz... Evet kedilerin ve bazı hayvanların gözü karanlıkta parlar... Bunun neden olduğunu hepimiz merak ediyoruzdur...

Kedigillerin ve bazı memeli hayvanların gözlerinin damar tabakasında Tapetum Lucidum adı verilen ve insanlar da olmayan bir yapı mevcuttur. Bu yapıda bulunan kristallerin yardımı ile gözün arka kısmına düşen karanlık yerdeki ışık yeniden retinaya yansır, yani retinadan iki kez ışık geçer. Retinaya geri gelen ışığın bir kısmı göz merceğinden geri döner ve gözlerin parlamasına neden olur. Bu farklı göz yapısı sayesinde kediler ışıktan daha fazla yararlanmış olur. Göz bebekleri karanlıkta olabildiğince çok ışık alabilmek için büyüyerek yuvarlaklaşır. Bu göz yapısına sahip hayvanlar karanlıkta daha iyi bir görüşe sahiptir, hatta insanlardan daha iyi görebilmektedirler. Kediler bu yüzden karanlıkta ağaçlara tırmanmaktan ve çatılarda gezinirken düşmekten, korkmuyorlar.
Sonuç olarak kedilerin gözlerinin parlaması kendileri tarafından oluşan bir durum değildir, sadece ışığın geri yansımasından meydana gelen bir parlamadır...
______________________________________________

Google+da yanlışlıkla silinen eski sayfamdan  buraya taşıdığım bir paylaşımım... Resimler silinmiş olsa da; yazılarımın bir kısmını hala bulabiliyorum...


~ Kaç çileden çıkar bir hayat? ~




Kaç çileden çıkar bir hayat.
Kaç tane ilmek atarsın
Mutluluğu tam üstüne göre örmek için.
Kaç acı azaltır, kaç fırsat arttırırsın!
Ya ipin kalın gelir ya da şişin...
Bir de şekil vermeye uğraşırsın;
Haroşa bir ters, bir düz.
Bir de arada kaçırdın mı,
Söküp söküp baştan başlarsın.
Ters düz olmuşsun bir de bakarsın....

* * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * * 


19 Ocak 2013 Cumartesi

~MÜSLÜMANIN TİCARET ANLAYIŞI NASIL OLUR (OLMALIDIR) ~




Ashâb-ı kiramdan Cerîr bin Abdullah r.a. bir gün kendisine bir at satın almak için pazara gitmişti. Uzun araştırmalardan sonra, nihayet güzel bir at bulmuş ve atın sahibi ile pazarlığa tutuşmuştu. At sahibi, atına 500 dirhem fiyat istemekteydi.
Hazret-i Cerîr, az-çok at cinslerinden anlamaktaydı. Adamın istediği bu fiyatın atın hakiki değeri yanında çok düşük kaldığını fark etmekte gecikmedi. Bu durumu adama şu şekilde ifade etti:

- Atın bu fiyattan çok daha fazla eder. Eğer râzı olursan, sana 600 dirhem vereyim. Fakat 800 dirheme dahi müşteri bulabileceğini de söyleyeyim. Çünkü bu at, bu fiyata bile değer, iyi cins bir at...

Atın sahibi şaşırmıştı. Müşterinin, satıcının istediği fiyatın üstünde bir fiyat ödemeyi teklif etmesi ona çok tuhaf gelmişti. Bu hayret ve şaşkınlıkla şöyle dedi:

- Demek atıma bu fiyatı biçiyorsun?

Cerîr radıyallâhü anh adama şu karşılığı verdi:
- Atın belki 800 dirhemin üstünde kıymeti vardır. Ancak ben, en son 800 dirhem ödeyebilirim. Daha fazla ödemeye kudretim yoktur.
At sahibi sevinçle:

- Öyleyse ben de sana 800 dirheme atı sattım, dedi.
Hazret-i Cerîr, 800 dirhemi ödeyerek atı satın altı. Satıcı hâlâ şaşkınlık içindeydi. Kendisi 500 dirheme bile râzı iken, hiç ummadığı bir biçimde 800 dirhem kazanmıştı. Düşündükçe bu alış-verişe bir mânâ veremiyordu. Sonunda Hazret-i Cerîr'e durumu sormaktan kendini alamadı.

- Yâ Cerîr, dedi. Ben atı 500 dirheme gönül rızâsıyla satıyordum. Sen bu fiyatı verip atı alıp gidebilirdin. Bilakis atın 800 dirhem bile edeceğini söyledin ve atı, bu fiyatı vererek aldın. Seni böyle davranmaya sevk eden sebep nedir, izah eder misin? Düşünüyorum da aklımla bir türlü çözemedim.

Hz. Cerîr, kendisini böyle davranmaya sevk eden sebebi, adama şu şekilde izah etti:

- Biz, Resûlüllah s.a.v. Efendimiz'e bir Müslüman'ın, diğerini aldatmayacağı ve birbirimize hîle yapmayacağımız hususunda söz verdik. Artık nasıl bu sözümüzün hilâfına hareket edebiliriz? Senin atın 800 dirhem edeceğini ben bilirken, gerçek değerini bilememenden istifade ile 500 dirheme satın almama nasıl vicdânım ve îmânım müsâade ederdi. O zaman seni aldatmış hîle yapmış olmaz mıydım? İşte beni, senin atına, senin istediğin fiyatın üstünde bir fiyat vermeye zorlayan sebep budur.
______________________________________________

Şimdi bu ibretli alış-veriş muamelesi üzerinde derin derin düşünelim ve günümüzün ticaret hayatı ve alış-veriş anlayışı ile bir karşılaştıralım...
Ne kadar birbirine zıt bir manzara ortaya çıkar değil mi?. Aradaki bu zıtlık ve derin fark, fert ve cemiyet olarak İslam'ın mana ve ruhundan ne derece uzaklaştığımızın açık bir delili olmaktadır. Cenab-ı Hak bizlere, tekrar o mana ve ruha kavuşmayı nasip etsin, istikametten ayırmasın inşaallah... (Amin)


~ Ultrasonda Bebeğin Güldüğünü Görünce ~




İngiltere'de hamile olduğu için kadın doğum doktoruna muayene olmaya gitti ve bebeği hakkında güzel şeyler duymak isterken bir anda çocuğunun özürlü olduğunu öğrendi ve dünya adeta başına yıkıldı. Ne yapacağını bilemez hale gelen genç kadın bir anda kendisi kritik bir kararın eşiğinde buldu.


"MALESEF BEBEĞİNİZ AĞIR ENGELLİ"

Bir anda acı gerçekle yüz yüze gelen 26 yaşındaki Katyia Rowe'a acısının yanı sıra doktorlar da yüklenmeye başladı. Uzman doktorlar, genç annenin Lucian adını verecekleri oğullarının beyninde anormallikler olduğunu belirterek, "Maalesef bebeğiniz ağır bir engelli olarak dünyaya gelecek. Muhtemel yürüyemeyecek ve hiç konuşamayacak. Bu yüzden gebeliğinizi sonlandırmanız yerinde bir karar olur" dedi.

Duydukları karşısında şok geçiren Katyia Rowe, son kararını vermek için bebeğinin görüntülerini izlemek istedi.

KÜÇÜK BEBEĞİN GÜLDÜĞÜNÜ GÖREN ANNENİN DÜNYASI DEĞİŞTİ

Tam o sırada küçük bebeğin gülümsemesi ve üflemesini gören annesi bebeğin elini ve ayağını sallamasıyla birlikte kürtajdan vazgeçti.

Doktorlara, "karnımda büyüyen bebeğimin ölüm kararını veremem" diyen annesi, normal zamanda doğumu yaptı.

Annenin bu büyük fedakarlığının sonrasında dünyaya gelen küçük Lucian, doğumdan sonra sadece 9 saat yaşadıktan sonra maalesef hayatını kaybetti.
____________________________________________

Kürtajın hem dini, hem de vicdanı boyutu var. Dini yönden düşündüğümüzde, zaten bunun bir imtihan olduğunu biliyoruzdur. Vicdani yönü de paylaşımdaki hanımın yaşadıklarını açıkça ifade ediyor. Özürlü çocuk sahibi olmak çok zor, sabır isteyen ve ağır bir yükümlülük. Allah (c.c) yardımcıları olsun bu imtihanı yaşayanların....

Dinimiz bazı durumlarda müsaade vermiştir kürtaja.

Dinimizde, özürsüz çocuk aldırmak haramdır, yasaktır. Hele fakirlikten korkarak, rahmindeki çocuğu öldürmek, haksız yere cana kıymak, yani cinayet olduğu gibi, evlat hakkını da tanımamaktır, büyük günahtır. Ananın veya süt emen diğer çocuğun ölümüne sebep olan bir özür varsa, uzuvları teşekkül etmeden çocuk aldırmak caiz olur. Kütüb-i sittedeki, (insan, anne karnında nutfe (sperma) olarak 40, aleka (embriyo) olarak 40, et parçası olarak da 40 gün kalır. Bundan sonra ruh verilir) mealindeki hadis-i şerifini de esas alan alimler, bir özürden dolayı, 1 aydan 4 aya kadar kürtaja izin vermişlerdir

İmam-ı Rabbani hazretleri, (fakirlikten korkarak, kızlar öldürülürdü. Bu, cana kıymak ve evlat hakkını tanımamaktır) buyuruyor. Çocuk aldırmak da böyle büyük günahtır. İbni Abidin hazretleri, (özürsüz çocuk düşürmek haramdır. Annenin veya süt emen diğer çocuğun ölümüne sebep olan bir özür varsa, uzuvları teşekkül etmeden düşürmek caiz olur) buyurdu. Uzuvlar 120 gün sonra teşekkül eder. Çocuk olmaması için önceden bir tedbir almak caizdir, fakat canlı çocuğu, almak da, aldırmak da haramdır. Fakirlikten dolayı iyi besleyememek korkusu, çocuk düşürmek için özür olmaz.

Veled-i zina da olsa, zaruretsiz çocuk aldırmak günahtır. İkincisi, nikahsız birleşmeden doğan çocuğa günah olmaz. Ana babanın günahını çocuğu çekmez. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Veled-i zina, babasının günahını çekmez. Hiç kimse, başkasının günahını yüklenmez.) Hakim

Bir ayet-i kerime meali de şöyledir: Bir kimse, diğer kimsenin günahını çekmez. Necm 38
Kur'an-ı kerimde mealen buyuruluyor ki; Fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin. Enam 151...



~ 2013 yılı ‘Dünya Piri Reis Yılı' ilan edildi ~




Unesco’nun 36 Genel Toplantısında alınan karar neticesinde 2013 yılı, Piri Reis’e ait Dünya Haritasının 500. yıldönümü olması münasebetiyle “Anma Yılı” olarak ilan edildi.

Osmanlı coğrafyacıları arasında dünyaca en çok tanınanı ve Türk Denizcilik Tarihi dendiğinde akla ilk gelen isimlerden biri şüphesiz Piri Reis’tir. Ege ve Akdeniz kıyılarını, limanlarını ve yerleşim yerlerini tasvir ettiği Kitâb-ı Bahriye’si denizcilik ve haritacılık tarihi başta olmak üzere birçok değişik birimin önde gelen kaynak eseridir. Bilindiği üzere bu ilk denizcilik kitabı yanında Piri Reis’i dünyaya tanıtan en büyük özelliği ciddi bir haritacı olmasıdır. Gerek Kitâb-ı Bahriye’sinde yer alan çizimler gerekse 1513 ve 1528 yıllarında tamamladığı iki adet Dünya haritası, kartografya tarihimizin en önemli parçalarıdır. Özellikle Afrika ve Avrupa kıtalarının batı kıyıları ile Atlas okyanusunu ve Amerika kıtasının doğu kıyılarını (kısmî olarak) gösteren 1513 tarihli ilk haritası Dünya Bilim Tarihinin en kıymetli miraslarındandır ve bilinen en eski dünya haritasıdır.

2013 yılının, Piri Reis’in çizdiği ilk Dünya haritasının 500. yıldönümü olması münasebetiyle UNESCO tarafından “Anma Yılı” olarak ilan edilmesinin bu büyük Türk ilim adamı ve denizcisini yad etmek üzere düzenlenecek diğer etkinliklerin teşvikinde büyük rol oynayacağı düşünülmektedir.


~"Ümmetim On Beş Şeyi Yapmaya Başlayınca Belâlar İner! " ~





Hz. Ali (ra) anlatıyor: Resûlullah Efendimiz (SAV) bir gün:

“Ümmetim on beş şeyi yapmaya başlayınca ona büyük belâlar iner!” buyurdu. Yanındakiler:

“Ey Allah’ın Resûlü! Bunlar nelerdir?” diye sordular.
Resûlullah Efendimiz (SAV) şöyle buyurdu:

“1- Millî servet, fakir fukaraya uğramadan sadece zengin ve mevki sahibi kimseler arasında gidip gelen bir metâ haline gelirse,

2- Emanet ganimet ve fırsat bilinip hıyanet edildiği zaman,

3- Zekât (ödemeyi ibadet bilmeyip bir angarya ve) ceza telâkki ettikleri zaman.

4- Kişinin karısının kötü emirlerine itaat ettiği zaman,

5- Anne hukuku sıkça çiğnendiği zaman,

6- Baba hukuku sıkça çiğnendiği zaman.

7- Arkadaşın kötü emirlerine itaat arttığı zaman,

8- Mescitlerde (rızay-ı İlâhî gözetmeyen husûmet, alış-veriş, eğlence ve siyaset vs. ile ilgili sesler yükseldiği zaman.)

9- Kavme, onların en alçağı reis olduğu zaman;

10- Zorba kişiye zararı dokunmasın diye hürmet edildiği zaman;

11- Şarap meşrû sayılarak içildiği zaman,

12- İpek (haram bilinmeyip erkekler tarafından) giyildiği zaman;

13- Şarkıcı kadınlar arttığı zaman;

14- Türlü çalgı âletleri arttığı ve sıkça çalınır olduğu zaman,

15- Bu ümmetin sonradan gelen nesilleri, önceden gelip geçenlere (çeşitli ithamlar ve bahanelerle) hakaret ettiği zaman artık kızıl rüzgârı, zelzeleyi, yere batışı veya suret değiştirmeyi ya da gökten taş yağmasını bekleyin.”

Kaynak (Kütüb-ü Sitte, 14/340; Tirmizî, Fiten 31, (2307) )


~ Böyle Biri Olmalı ~




Yalnızca “Çaya kaç şeker ?” diye soran biri değil;

Hapşurunca,“-Yerhamükâllah ” diyecek biri ..

”-Ihlamurunun yanında limon istermisin?” diyecek biri olmalı..

Birinin eline sağlık olmalı, birinin yüreğine sağlık …


Yine,Yeni,Yeniden....




"Google+da ki Aşk-ı Züleyha adlı sayfam ve blogspottaki "kalptenkalbeyol.blogger.com" adresim 02.01.2013'de talihsiz bir hata yüzünden tamamen silindi. Paylaşımlarıma aynı isimle yeniden açtığım bu sayfadan devam edeceğim. Bi-izni Hüda.