Elveda ayrılığın son aşaması.
Hele de veda edilen kişi çok sevdiğiniz biriyse, gidiyorsa!..
İnsanın içine oturan boğazında düğümlenen, kalbinde bir sızı oluşturan, uzaklaşarak kaybolması ile yüreğinize dayanılmaz bir hüzün çöktüren, kısa süren ama aklınızdan belki senelerce çıkmayacak olan eylem.
Bazen de, öyle acı vedalar vardır ki, son defa görüştüğünüzü bilememişsinizdir, onu son görüşünüz olduğunu.
Yeterince sıkı sarılamamışsınızdır ona.
"Gitme kal"
"Beni bırakma" diyememişsinizdir.
Vedalaşırken söylenebilecek binlerce şeyi söylememişsinizdir, çünkü yarın yine görüşürüz nasıl olsa diye düşünüyorsunuzdur o sırada, hadi olmadı öbür gün bir kahve içeriz dersiniz içinizden.
Bilmezsiniz ki, öyle bir yarın yok! bilmezsiniz... bilseniz daha çok bakardınız gözlerine, daha sıkı sarılırdınız ona, kokusunu öyle bir çekerdiniz ki içinize unutmamak için. Bilseniz yüzünü saçlarını ellerini öperdiniz ağlaya ağlaya...onu bir daha görüp göremeyeceğinizi, başka bir boyutta kavuşup kavuşamayacağınızı da bilmiyorsanız yapacak tek şey kalmıştır artık.
Ayrılırken, o veda edemediğiniz son görüşmeniz de söyleyemediğiniz her şeyi yazar durursunuz kafanıza, kağıtlara... Hiç iyileşmeyen bir yara olur artık, bütün o sesler ve kelimeler kulağınızda yankılanıp durur. "Seni seviyorum" dersiniz, "kendine dikkat et" dersiniz, "seni özleyeceğim" dersiniz.
Sarılamazsınız, koklayamazsınız, koruyamazsınız ama, her vedayı sonmuş gibi yaşamak lazım belki de o yüzden, ayrılırken sıkı sıkı sarılmak, koklamak, doya doya bakmak lazım sevdiklerimize.
Geri gelmeyecek bir an olabiliyor çünkü o veda anı, el sallayarak geçiştirdiğimiz veda etme anı, ve sonsuza kadar kanayabiliyor kalbimizde.
Ne zor şey...son bir kez daha bakılan o yüzde senden bir parça kalsın istersin hep. Susulur ya bir an, aslında en çok konuşulan zamanlardır onlar. Gülümseyerek hatırlasın beni diye de yüzüne yalandan kondurduğun kıvrımlarla "hoşçakal" dersin.
Geri döndüğünde o burada olsun diye dualar ederek
dünyanın en ağır, en acımasız, en diri hislerinin bir arada yaşanmasını sağlayan, dolayısıyla kişiyi yıpranmış ve mutsuz bir ruh haline büründüren acı bir haldir veda etmek.
Galiba adab-ı muaşeretini bilmediğimiz, bir türlü öğrenemediğimiz sevdalardan muzdaripiz ve bitirmeyi başlamak kadar kolay gerçekleştiremediğimiz için elimizde kalan bu gözyaşlarıyla yaşamaya mecburuz (hele de biraz fazla sulu gözlü ve ağlak biriyseniz (!), yandınız )..
Zordur veda etmek bir kişiye, sevgiliye, belki aileye, bir dosta ya da bir şehire, bazen evine, odana, mutfak balkonunda saatlerce oturup izlediğin manzaraya. Odanın duvarındaki mavi renk ağırlıklı tabloya... kim bilir kaç kere dalıp gittin o renklerin derinliğin de hayallere..."Elveda" diyemedin yine de, "hoşçakal" daha iyimser geldi belki de....
Çünkü geri dönüşü vardı, sen geri dönüşü olsun istiyordun.. Peki veda ettiklerin de istiyor muydu o geri dönüşü?...
Silinen blog sayfamdan hatıra kalan bir yazıydı... Aradım, taradım ve en sonunda bir sitede buldum... Yazılarınızı her ihtimale karşı arşivlemenizi öneririm. Benim gibi sonradan "ah, vah" dememeniz için...
Çok güzel bir yazı yüreğinize sağlık...
YanıtlaSilAllah sevdiklerimizden ayırmasın...
YanıtlaSilMadem ki ayrılık var,vuslat elbette vardır.
YanıtlaSilAma biz (aklı selim) müslümanlara düşen, bir faniye hiç bir zaman can-ı gönülden bağlanmamaktır.
Yokluk, yani sevgilinin, sevilenin yokluğu bize hüzün verir. Ama bu hüzün hiç bir zaman isyan menziline girmemelidir. İşte bu noktada serinkanlılığı gösterebilmek ise teslimiyetin sırrına vakıf bir kalple mümkündür. Çünkü her şeyin asıl sahibi olan Hz.Allah Celle Şânuhu, zamanı geldiğinde kendisine ait olanları yine kendisine davet edecektir. Bu; Adetullahtandır. İşte bunun içindir ki; sevdiğimize, sevgilimize, evladımıza, kardeşimize velhasıl yakınımızdaki sevilenlere hiç bir zaman gönülden bağlanmamak, tutulmamak gerekir. Nasıl ki biz bir misafiriz şu dâr-ı fenada, sevdiklerimizi de kendi misafirimiz gibi görmeli ve öyle sevmeliyiz.
Bu sevgi şekli müslümanın bekasına daha uygundur. Zira, kabirde "Sevgilin kim?" demeyecekler, "Rabbin kim?" diyecekler.
Dünyadaki her lezzet, her tat ahirete nazaran ancak birer numunedir, örnektir. Kaldı ki, bizim burada gördüklerimiz, ahiret sefasının ya da cefasının yanında hayallerimizden fersah fersah uzak olaylardır. Çünkü insanın sınırlı olan aklı, kudreti sınırsız olan yüce yaratıcıyı kavramaya muktedir değildir.
Efendimiz Aleyhisselam'ın her sözünde bir hikmet gizlidir. "Dünyada bir yolcu gibi ol" derken de biz ümmetine asli vatanımızı hatırlatmak muradındadır.
Rabbim, hakikati anlayan ve anladığını yaşayabilen kullarından eylesin bizleri...
Veda, hep hüzn'e bakar. Ve hüzün, (benim gibi sulu gözlülere) hep ağır gelir... Ama hüzün, sonu tatlı olan acı bir ilaç gibidir. Yudumlamaktan korkmayın... Niyazi Mısr-i Hz. (k.s.)'nin o hikmet dolu mısralarından biriyle, sözü daha fazla uzatmadan noktalamak istiyorum;
"İç ol zehri ki bal olsun sonunda,
Sonu zehr olan balı nideyim."
Selam ve dua ile...
Yazı çok güzelmiş. Arşiv konusunda haklısın. Kesinlikle bloğu yedeklemek lazım. Sizi izlemeye aldım. Ben de bloğuma beklerim.
YanıtlaSil