29 Mayıs 1453 günü, tarihin en velveleli hâdisesi cereyan edecek ve İstanbul, Fâtih Sultan Mehmed Hân(k.s.) ve onun aziz ordusu tarafından fethedilecektir. Peygamberimiz (s.a.v.) Efendimiz Hazretleri‘nin müjdesi gerçekleşecektir. Hele hele, nice uzun zamandır fetih yıldönümlerini artık ezberlenen klişe sözlerle anmaktayızdır. Başka bir tâbirle fethin bilinmeyen ya da sözü edilmeyen azameti hakkında kafa ve gönül yormaktan kaçınmaktayızdır. Oysa fetih; öncesi, yaşandığı ânı ve bugüne kadar uzanan sonrası olarak incelenmeye lâyık ve buna muhtacızdır da.
1. 1453 yılı Mayıs ayının 27′si Pazar günüdür. Liguryalı Papaz Tommasso Parantucelli yani o günün etiketi ile Papa V. Nicolas Roma‘da pazar ayininde ağlamaklıdır. Der ki: “Haber aldım. Bizans’a gönderdiğimiz donanma Boğaz’dan içeri girememiş, Cermen ve Frank cengâverleri dağılmışlar. Askere almak istediğimiz Mora’daki Rumlar ise, ‘Orada pis latinlerden başka kimse yok… Bize ne onlardan’ demişler…” (Archives du cite de Vatican, c. 97, ch. 102, fgl 2, eton University)
Ders almalıyız: Bugün Ayasofya‘ya Bizans kartalını dikmek cinnetini yaşayanlar, dün böyle konuşan aynı Rumlar‘dır.
2. Tesadüfe bakınız. 546 sene evvel 29 Mayıs Salı günü fethedilen İstanbul, daha önce de 11 defa muhâsara edilmiştir. İstanbul’un fethi ile tarihte yeni bir çağ açıldığı inancı bizim değil Frenkler’in iddiâsıdır. (Nortion F. K. Coleeman. The Palle of Rhodes Knights, Princ)
Biz İstanbul’u fethettik diye övünürüz. Eksiktir. İstanbul fethedilmiştir; ama aslında o gün 1400 senelik Roma câhiliye imparatorluğu tarihe karışmıştır.
3.Sultan II. Mehmed Han sadece bir Fâtihdeğil, ayrıca müthiş keşifler sahibi bir dehâdır. Bize, Edirne’den İstanbul’a 60 çift manda ile çekilerek getirilen tarihin o zamana kadar görmediği topları Macar Urban Usta‘nın yapıp döktürdüğü anlatılır.
Oysa daha sonra Edirne Sarayı‘ndan İstanbul‘a getirilen silahların defterlerini inceleyen bir Alman tarihçisi,bu topların döküm tekniğinin de, balistik hesaplarının da bizzat Fâtih Sultan Mehmed Hân hazretlerine ait olduğunu söyler. (Von Der Golz Pacha, Askerî tarih yorumları, c. 2)
4.Biliyorsunuz donanma Haliç‘e karadan indirilir. Aynı tarihçi dönen kızakların mukavemet hesaplarını da, ne kadar yağ kullanılacağının ve her geminin kaç leventtarafından çekileceğinin hesaplarının da, yine Sultan Fâtih tarafından düşünüldüğünü isbat eder.
5. Gemiler Haliç’e indirilir. VeSultan Fâtih, ertesi gün öğleden sonra Bizans’a, tarihe kendi keşfi olan obüs toplarını takdim etmektedir. Kendisinden 75 sene sonra küçük torunu Kanuni Sultan Süleyman Han, Belgrad muhâsarasında uzun mezilli topları dünyaya tanıtacaktır. (La vie Aventureuse Du Franco Acciajouon, Duc d’Athenes Paris, 1853)
6. Fetih günü öğleden sonra Sultan Fâtih İstanbul’a girer. Bir yeniçeri koşarak gelir ve elindeki son Bizans imparatorunun kesik başını önüne koyar: “Ulu hünkârım, işte düşmanının kellesi…”der. Hz. Fâtihyerinden kalkar ve İmparator’un kesik başının Kariye Câmii’nin (o zaman kilise) civarına gömülmesini emreder. Bizans imparatoru düşmanıdır; amma vatanını ve devletini son nefesine kadar elinde kılıç müdâfaa etmiş birisidir. (Legendary Fall of Constantinopolice… Herbest Henry Mc Carthy, London University, 1902)
Alacağımız ders: Bugün, Müslüman Türk’ün vahşeti (!) hakkın-da aleyhimizde nice konuşanlar, bu insanlık dersimizden ibret almalıdırlar. Ama evvela, biz bu hârikulâdeliklerimizi kendimiz bir hatırlamalıyız.
7. Büyük Fransız edibi Lamartine ve tarihçi Malet anlatırlar: “Türkler’in her kale fethi bir hesaba dayanır. Hiçbirisi tesadüfî değildir. İstanbul’un fethi gibi… Kosova, Varna ve Niğbolu’nun fetihleri de,İstanbul’a Batı’dan ulaşacak Haçlı yardımlarının kapanan ve tutulan kapılarıdır…” (Tarihten Bugüne, İlhan Bardakçı)
Fetihten sonra da bizim elimizde İstanbul, hiç şüphesiz bütün Müslüman-Türk tarihinin, Müslüman-Türk coğrafyasının, mimarî san‘at ve estetiğinin bir terkîbi, bir hulâsası ve tecellîsi olmuştur.
“GİT HÜNKÂRDAN FERMAN GETİR…”
Fâtih Sultan Mehmed Hân (k.s.) hazretleri, bir gün tebdîl-i kıyâfet ederek halkının arasında gezmeye çıkar. Akşama kadar dolaşır. Unkapanıkapısına geldiğinde kale kapısının kapanmış olduğunu görür. Kendisinin çıkardığı fermana göre, kale kapıları akşam ezanını müteâkip kapanıp, sabah ezanı vakti açılmaktadır.
Padişah yanındakilerle kapının önüne gelir ve kapı muhâfızı Sinan Çelebiile aralarında şu konuşma geçer:
— Aç şu kapıyı Sinan Çelebi!..
— Kimsin sen, bana kapıyı aç diye nasıl emredersin?..
— Kim olduğuma ne bakıyorsun, kapıyı aç yeter.
— Nasıl bakmam? Niçin bu zamana kadar dışarda kaldınız? Dost musunuz düşman mısınız, Padişah’ın emrini bilmez misiniz? Ben sana kapıyı açmam. Var git, başının çaresine bak.
Hz. Fâtihbu cevaba güler ve Sinan Çelebi ile konuşmasını sürdürür. Açarsın açmazsın derken, nihayet Sinan Çelebi;
— Git Hünkâr’dan ferman getir. Ancak o zaman içeri girebilirsin, der.
Padişah artık dayanamaz:
— Yâhu Sinan Çelebi, Hünkâr benim, der. Sinan Çelebi, dikkatlice bakınca Hünkârı tanır ve kapıyı açarken de;
— A Hünkârım, kendi kanununu, kendin neye bozarsın? Madem bozacaksın, böyle kanunu ne diye koyarsın? mealinde söylenir.
Hz. Fâtih atından iner ve tâvizsiz davranışından ve vazifesine bağlılığından dolayı son derece memnun olduğu Sinan Çelebi’ye;
— Sen yavuz bir er, mert bir kişiymissin. Padişah emirlerine bu kadar bağlı ve sâdık adamlar az bulunur. Dile benden ne dilersen? der. Sinan Çelebi de;
— Sultanım, der, gerçekten istediğimi yapacaksan, benim adıma bir câmi yaptırıver. Tâ ki kıyâmete kadar hasenât defterim açık kalsın.
Hz. Fâtih derhal onun adına bir câmi yaptırır.
İslâm’ın fazîlet hislerinin vicdanlarda hâkim olduğu o devirlerin insanları işte böyleydi. Dünya nimetlerine gark olmak varken, onlar cemiyete yararlı, insanın âhiretine faydalı şeyler isterler, sadece Allah rızâsınatâlip olurlardı.
Kaynak: 27-30 Mayıs 2001 Fazilet Takvimi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder