Aslen şiî olup şiîlerin bile tasvip etmediği Ali Şeriatî diye biri var. Birileri, Peygamberimiz örnek olarak yetmezmiş gibi onu örnek bir şahsiyet gibi göstererek, müslüman gençlerin zihinlerini onun bozuk fikirleriyle doldurmak peşinde. Bu gayretkeşlerden biri de Mustafa İslamoğlu…
Allayıp pullayarak gençlere sundukları Ali Şeriatî’nin Peygamberimiz’e bile hakaret ettiğini geçen sayımızda anlattık. Bu yazımızda, onu kendi sözleriyle daha yakından tanıtacağız. Tanınmalı ve hangi derekelerde olduğu bilinmeli ki, onu yüceltenler de tanınmış ve bilinmiş olsun.
Şeriatî’nin MUHAMMED KİMDİR isimli kitabına bakıyoruz. Görelim bakalım, Mustafa İslamoğlu’nun öve öve bitiremediği bu mahlûk, İslâm büyükleri hakkında neler yazmış. Başlıyoruz. Bismillah:
1- Peygamberimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)’in diliyle övülen ve ashabın en büyüğü olan Hazreti Ebûbekir, Hazreti Ömer ve Hazreti Osman (Radıyallahü anhüm) hakkındaki iftiraları şöyle:
“Ebûbekir… ihtiyar, yumuşak, her işi basite alan birisidir. Tehlike dolu toplumsal, siyasal mesuliyet, böyle bir ruhsal yapıyla bağdaşmaktan daha ciddi ve önemlidir.”
“Ömer… yenilikçilik özelliği yoktu… düşünce açısından zayıftı… itikadî ve fikrî bir mevzu sözkonusu olduğunda çok güçsüz görülüyordu. Kendisi de devamlı düşünsel alandaki hatalarını itiraf ediyordu.” (s: 317)
Osman… görüş açısı dünya görüşü dar ve zayıf birisidir. Peygamberle yaptığı işbirliği sırasında kimse onun en ufak bir üstün ve fevkalâde iş yaptığını görmemiştir. İslâm’ın öz ruhunu, derinliğini, sınıfsal yönelimini hissedememiştir. İslâm’ı, “şiarlar” ve İslâm rehberini “şiarları yücelten”den başka bir şey olarak niteleyemiyordu. Servet ve süse, kavmine ve kendine düşkünlüğü, büyüklere ve altına, güç ve kan sahiplerine saygıda bulunma, onun ruhunda o kadar güçlüdür ki, onun ahlâkî bağı, İslâm’dan daha çok cahiliyeye yakın ve iç içedir. En büyük tehlike, tehlikeli ve güçlü Beni Ümeyye hanedanına mensup oluşudur. Kuşkusuz O’nun böyle bir ruhsal yapı ve görüş açısıyla, bu uyanık, layık İslâm maskesi takmış güçlü düşmanların elinde bir “sadık uygulayıcı”dan başka bir konumu olmayacaktır. (s: 318)
2- Bir gurup ashabı Hazreti Ali (Radıyallahü anh) aleyhinde olmakla suçlayıp sonra Hazreti Ebûbekir (Radıyallahü anh) Efendimiz’e şöyle dil uzatıyor:
“…bu grupla Ebu Bekir’in cahiliyedeki özel ilişkisi tamamen belirgindir.”
“… Ebu Bekir bu gizli grubun seçkin şahsiyetidir.”
Hz. Ebûbekir (Radıyallahü anh) güya arap köleleri serbest bırakmak için şöyle bir tavsiyede bulunmuş:
“Allah bize bir çok acem köle bağışladığı için, arabı köle olarak kullanmak gerekmez.”
Bu iftiradan sonra lafı dolandırarak, Hazreti Ebûbekir Efendimiz’i câhiliyenin eksik terbiyesiyle suçluyor:
“…bunlar gibi düşünce ve duygusundaki birçok zaaf noktaları, İslâm’dan öğrendiği üstün faziletlere karşılık, geçmişteki terbiye etkilerini hatırlatıyor.” (s: 321)
3- Hazreti Ali (Radıyallahü anh)’a karşı gizli bir grup oluşturulduğunu anlattıktan sonra, bu hareket içinde olanları –ki bunlar başta Hz. Ebûbekir (Radıyallahü anh) olmak üzere Aşere-i Mübeşşere’den olan zatlar oluyor- bu grubun tavrını şöyle ifade ediyor:
“Ali’ye karşı beslenen kinler.”
4- Sıra geliyor Peygamberimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)’e dil uzatmaya. Güya Peygamberimiz Hazreti Ali (Radıyallahü anh)’ın üstünlüğünü açıklamayıp susmuş:
“Muhammed’in Ali hakkındaki sükutu, onu tarihte savunmasız bırakacaktır.”
Peygamberimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)’i suçlamaya devam ediyor:
“Acaba Muhammed, ….Ali’yi kollamayacak mıdır? …sükutuyla …o acımasız tarihin eliyle paymal etmiyecek midir?”
“…nitekim öyle de oldu. Onu tarihte en kötü adam olarak tanıttılar.” (s: 322)
Bu da tarihe iftira. Tarihte Hz. Ali Efendimiz en kötü adam olarak mı tanıtıldı?
5- Peygamberimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) cennetlik olduğunu müjdelediği zat hakkında kullandığı ifadeye bakın:
Abdürrahman bin Avf …mal severliği süse düşkünlük huylarını, câhiliyeden kendisiyle birlikte taşımaktadır. “Menfaat” ile “hakikat” onun gözünde ayrılmaz bileşik ve birbirinden ayırt edilmez bir olgudur. (s: 323)
6- Meşhur Gadir Hum hadisesini anlatırken, tarihe iftira ediyor: “ashab Ali’ye biat etti” diyor. (s: 323)
Bu yalanı söylemekle farkında olmadan öyle bir açık veriyor ki, demeyin gitsin. Bi kere Gadir Hum hadisesi Peygamberimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) zamanında olmuştur. Peygamberimiz hayattayken Hz. Ali’ye biat edilmesi bahis mevzuu olur mu hiç!
7- Resulüllah (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)’in hastalığı anında sefere çıkmak üzere olan Üsâme ordusundan bahsederken şöyle diyor:
“Ebûbekir ile Ömer sıradan asker idi. Bu mesele onların ağrına gidip, açıkça Üsame’nin komutanlığına itirazda bulundular.” (s: 324)
Bu söz bir acem yalanı olup gerçek tamamen tersidir. Üsâme Hazretleri genç ve tecrübesiz olduğu için başka bir kumandan tayininin daha uygun olacağını söyleyenlere Hz. Ebûbekir (Radıyallahü anh); “Ben, Resûlüllah’ın tayin ettiği kişiyi kumandanlıktan alamam” diye cevap vermiştir. Hatta Hz. Üsâme at üzerinde olduğu halde kendisi yaya olarak onu Hazreti Resûlüllah’in tayin ettiği kumandan olarak uğurlamış, Üsâme (Radıyallahü anh) bundan sıkılıp ata onun binmesini isteyince de; “Allah yolunda birazcık da bizim ayağımız tozlansa ne olur” diye cevap vermiştir.
8- Vefatından önce herkese hakkını vermek isteyen Peygamberimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)’in şöyle söylediğini yazıyor:
“Ey halk, kimin sırtına kırbaç vurmuşsam… kime küfür etmişsem…” (s: 329)
Hâşâ, Peygamberimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)’i başkalarına küfür eden biri olarak gösteriyor.
9- Hazreti Ömer’in, Ashâb-ı kiramın diğerleri gibi Peygamberimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)’in yolunda canını feda etmekten çekinmeyeceğini bütün müslümanlar bilir. Ama Ali Şeriatî, Peygamberimiz’in ömrünün son saatlerinde bir şeyler yazmak istemesi üzerine, Hz. Ömer’in Peygamberimiz hakkında şöyle söylediği iftirasını yapıyor: “Bu adam savsaklıyor.” (s: 333)
10- Bütün tarihlerin yazdıklarına göre, Peygamberimiz, başı Hz. Aişe validemiz’in göğsüne yaslanmış olduğu halde vefat etmiştir. Şeriatî ise tarihe yalan bir not düşerek bu son hali şöyle anlatıyor:
“Ali, Muhammed’in başını göğsü üzerine aldı.” (s: 336)
Görüldüğü gibi, kitap boyunca Hazret kelimesini kullanmamakta ısrar ediyor.
Değerli okuyucular! Ali Şeriatî’nin bir de Hac isimli kitabı var. Bir de ona göz atalım.
Kitap, Ejder Okumuş tarafından tercüme edilmiş. Elimizdeki 2. baskı Şûrâ Yayınları’na ait. Nisan 2001…
4. sahifede “Yayıncının Notu” olarak şu cümleler göze çarpıyor:
“Bu kitap, Şehid Ali Şeriatî’nin bizzat gözden geçirip ilâveler yaptığı ve “Öğretmen Şehid Dr. Ali Şeriatî’nin Eserlerini Derleme Bürosu”nun külliyat arasında yayımladığı Farsça son Hacc baskısının tam çevirisidir.”
Demek ki neymiş? Ali Şeriatî bu kitabı bizzat kendisi gözden geçirmiş. Aşağıda madde madde verilecek bilgileri lütfen bunu bilerek değerlendiriniz.
1- Daha başta zehirini kusuyor. Diyor ki: “Ve yine biz, aynı yöntemle, İslâm mezhepleri arasında bir mukayese yapsak, İslâm dâhilinde bulunan Şia’yı, dinler arasında İslâm’ı nasıl görüyorsak öyle görürüz.” (s: 8)
2- Şeriatî’nin, Hac hakkındaki şu ifadesine bilhassa dikkat: “Ve Hacc: Müslümanlar arasında her yıl tekrar edilen en çirkin, en mantıksız eylem!” (s: 9)
Bu söz üzerine biz de diyoruz ki, bu sözün sahibi en alçak en rezil insan…
3- Müslümanları şöyle suçluyor: “Kur’an’ı yok edememiş kapatmışlardır. “Kitab”ı “teberrük edici şey” haline getirmişlerdir.” (s:11)
Açıkça, müslümanları Kur’an’ı yok etmek için uğraşmakla suçluyor. Teberrük/bereketlenmek kötü bir şeymiş gibi, Kur’an’ı teberrük edilen şey haline getirmekle suçluyor.
4- Bakın hacda tavaf eden Müslümanlara nasıl hakaret ediyor:
“Yemenliler, saçları perişan ve pis, gözleri çökmüş, bellerine ip bağlamışlar, her biri mezardan çıkmış tıpkı bir hortlak gibi. Ve siyahlar; iri, uzun boylu ve kazık gibi, dudaklarını köpük bürümüş…” (s: 71)
Bu sözler, bir Müslümanın din kardeşleri hakkında söyleyeceği sözler olamaz. Onların görüntüleri böyle olsa bile bu ifadeler kullanılamaz. Öbür taraftan hacda, kötülükler görülmez, gizlenir, iyilikler anlatılır.
5- İmanî bakımdan uygun olmayan öyle benzetmeleri var ki, aşağıda da göreceğiniz gibi, bu teşbihlerin her biri en hafifinden insanın imanını sarsar. Yazının fazla uzamaması için bunları kısa değerlendirmelerle verelim:
a- Hacer Vâlidemiz’den câriye diye bahsederek şöyle diyor: “Allah, Afrikalı siyah bir câriyenin evinde.” (s:49) Allah, -hâşâ- Hz. Hacer’in evindeymiş.
b) “Allah, dünyanın kalbi, varlığın mihveridir.” (s:50) Allah –hâşâ- dünyanın kalbiymiş.
c) “Allah ve insanlar/topluluk bir cihette, bir saftalar.” (s:50) Allah –hâşâ- insanlarla aynı saftaymış.
d) “Allah’ın çevresinde tavaf yapıyorsun.” (s: 54) Kâbe’ye Allah diyor. Hâşâ! Tavaf Allah’ın çevresinde yapılıyormuş.
e) “Vay be! Bu tevhid …seni Allah’la diz dize oturtuyor. …Allah’ın benzeri olarak görüyor. “ (s:56) Allah’la diz dize oturmak, Allah’ın benzeri olmak… Bu benzetmelerin insanı ne hale getireceği ehlince malum.
f) “İlâhî özün, içinde, Allah’ın ruhu girdaptan doğup başını kaldırıyor. Nereden? Allah’ın elinin sağ elinin altından.” (s: 59)
Altı çizili yerlere dikkat. g) “.. sa’y et. Fakat çember çizerek değil, çembersel çaba, değirmen eşeğinin sa’yi gibidir, kısır döngüdür, sonuçta başa dönersin. Böyle bir şey, “abes”, “anlamsız”, içi boş daire, içeriksiz, hedefsiz: Tıpkı sıfır gibi.” (s: 67)
Sa’y ile tavafı karıştırıyor. Sa’y istense de zaten çembersel yapılamaz. Değirmen eşeğinin sa’yi gibi diye bir benzetme yapanın kendisi eşekten aşağı olmaz mı!
Kâbe’nin etrafında yapılan tavafı da sıfır olarak görüyor.
h) “Ey insan! “Allah’ın ruhu”! (s:80) Burada insana, “Allah’ın ruhu!” diye hitap ediyor.
i) “Ey hacı, yolun sonunda Allah seni beklemekte…” (s: 91) Bu söz de sâfî küfrî bir benzetme…
j) Müzdelife’den Mina’ya hareket edecek hacıları, yıkılmaz bir duvara benzettikten sonra şöyle diyor: “Bu çelik duvarı dünyada yıkabilecek hiçbir güç yoktur. İbrahim ve Muhammed dahi yıkamaz.” (s: 106)
Görüyor musunuz hâinliği!.. Böyle bir duvarı yıkmayı hedeflese hedeflese ancak kâfirler hedefler. İbrahim (Aleyhisselâm) ile Peygamberimiz (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)’i bu çelik duvarı yıkmak istiyor gibi gösteriyor. Bu çelik duvarı yıkma cürmünü Hz. İbrahim’e ve Peygamberimiz’e yüklemek ise, olsa olsa imansızlık alâmetidir.
k) “Ki sen, tek bir “varlık”sın: Kendi “mahiyet”ini kendin yaratmalısın.” (s: 112) Allah’a ait olan yaratmak kelimesini insana izafe ediyor.
l) “Savaş İbrahim’in içinde, Allah’la İsmail arasında savaş.” (s: 119) Eh, bu artık sapıklığın dik âlâsıdır.
m) “Hâtemül Enbiya dahi kendini korumasaydı sarsılabilir düşebilir, yaptıklarını heba edebilirdi. O bile şirkten masum değildir!” (s: 129)
Değerli okuyucular. Peygamberler hakkında bu ifade kullanılamaz. Çünkü peygamberler Allah tarafından korunmakta olup şirke düşmek şöyle dursun sıradan günah işlemekten bile uzaktırlar. Böyle sözler, ancak imansız ağızlardan çıkar.
6- Ali Şeriatî’nin cahilliklerine gelince:
a) Haccın başlangıcını zilhiccenin 9. günü olarak anlatıyor. (s: 79)
Halbuki hac, Zilhiccenin 8. günü başlar.
b) “Âdem doğduğu zaman” (s: 84) diyor
Hazreti Âdem doğmamış, topraktan yaratılmıştır… c) “Hacta ilk hareket Arafat’tan başlar” (s: 86) diyor.
Yanlıştır. Hac Mina’dan başlar.
d) Şeytan taşlamak için toplanacak taşları şöyle tarif ediyor: “Cevizden daha küçük, fıstıktan daha büyük” (s: 101)
Yanlıştır. Doğrusu şöyle: Nohuttan büyük, fındıktan küçük.
Milyonlarca hacı cevizden küçük taşlar toplasa Mina’da taş dağı meydana gelir.
f) “Demek Allah için insan kurban etmek yasak oluyordu. Oysa geçmişte bu, yaygın bir dinî gelenek ve ibadetti.” (s: 135)
Dinî gelenek derken hak dini kastetmektedir. Oysa hak dinde insan kurban etmek gibi bir gelenek ve ibadet yoktur.
g) “Şimdi her şey sona erdi. Nerede? Mina’da!” (s: 146)
Yanlış. Hac Mina’da bitmez. Çünkü daha ziyaret tavafı yapılacaktır.
h) “Bugün Zilhiccenin onu. Kurban Bayramı, Hacc sona erdi.” (s: 146)
Yanlıştır. Taşlama devam etmektedir.
i) “Bu üç günde (bayramın üç günü) Mina bölgesinden dışarı çıkmak yasak! Ka’be’yi tavaf için bile geceleyin dışarı çıkmaya hakkın yok.” (s: 147)
Bu da ancak zır câhillerin düşeceği bir yanlış. Böyle bir yasak yok.
7- Şeriatî’nin Hac kitabında bazı mübârek isimler geçiyor.
Meselâ:
Harun kelimesi 1 defa,
Peygamber kelimesi (Peygamberimiz kastedilerek) 3 defa,
Musa kelimesi 4 defa,
Ali kelimesi 5 defa,
Hüseyin kelimesi 6,
Hacer kelimesi 9 defa,
Muhammed kelimesi 10 defa,
Âdem kelimesi 21 defa,
İsmail kelimesi 90 defa,
İbrahim kelimesi 131 defa geçmektedir.
Buna rağmen hiç birini “Hazret” kelimesiyle anmıyor. Hiç birinde “Hazret” kelimesi veya “Aleyhisselâm” da yok…
Ali Eren
(uzun bir yazı ama bazı kişilerin bilmeden bu şahsı övmelerine ve sözlerini paylaşıp yolundan gidenlerden olmalarına sessiz kalamıyorum... bu yayını belki faydalı olabilir amacı ile paylaştım)
29 Ağustos 2013 Perşembe
~ ERKEK NASIL ÇİLEDEN ÇIKARTILIR ? ;) ~
Kadın: Saçımı kestireyim mi?
Erkek: Olur.
Kadın: Ama kıyamıyorum.
Erkek: Öyleyse kestirme.
Kadın: Canım değişiklik istiyor...
Erkek: O halde kestir.
Kadın: Bana akıl vermeyi bırak, delilere verir gibi.
Erkek: Eğer nasıl hoşuma gittiğini bilmek istiyorsan, sana derim ki uzun saçlı. Bunu biliyorsun.
Kadın: Beni tanıdığında kısaydı..
Erkek: Ve sana tam olarak ne dediğimi hatırlıyorum: 'Ne güzel olurdun uzun saçla'.
Kadın: Ama herkes kesmemi söylüyor.
Erkek: Bu durumda kuaföre git ve bırak uyuyayım lütfen. Bunu senden Allah rızası için istiyorum.
Kadın: Peki nasıl kestireyim? Kat kat mı yoksa perçemli mi?
Erkek: Kat kat.
Kadın: Bana yakışacağını sanmıyorum, çünkü saçım çok düz.
Erkek: Bırak perçemli olsun.
Kadın: Çok yorucu.
Erkek: Yorduğu zaman tekrar kestirirsin.
Kadın: O zaman asla uzatamam.
Erkek: Uzatmak istiyorsan kestirme güzelim.
Kadın: Bana güzelim deme!!!!!!!
Erkek: ?!?!?!?!!
Kadın: Saçıma da karışıp durma!!!!
Erkek: Ya Sabır Allah'ım
Kadın: Saçımı diyorum saçımı nasıl etsem??
Erkek: Saçına da sana da bana da...
Kadın: Aaaaa deli mi ne, bi şey dedik sanki.... :)
___________________________________________
"Sakin bir erkeği, 10 dakika içinde delirten, psikopat yapan, 20 dakika sonra da tekrar sakinleştiren canlıya, "kadın" denir " :)
"Külliyen yalan" demek isterdim ama, ne mümkün :|
(Blogcu'da olduğum zamanlardan kalan hoş bir paylaşımdı....)
Erkek: Olur.
Kadın: Ama kıyamıyorum.
Erkek: Öyleyse kestirme.
Kadın: Canım değişiklik istiyor...
Erkek: O halde kestir.
Kadın: Bana akıl vermeyi bırak, delilere verir gibi.
Erkek: Eğer nasıl hoşuma gittiğini bilmek istiyorsan, sana derim ki uzun saçlı. Bunu biliyorsun.
Kadın: Beni tanıdığında kısaydı..
Erkek: Ve sana tam olarak ne dediğimi hatırlıyorum: 'Ne güzel olurdun uzun saçla'.
Kadın: Ama herkes kesmemi söylüyor.
Erkek: Bu durumda kuaföre git ve bırak uyuyayım lütfen. Bunu senden Allah rızası için istiyorum.
Kadın: Peki nasıl kestireyim? Kat kat mı yoksa perçemli mi?
Erkek: Kat kat.
Kadın: Bana yakışacağını sanmıyorum, çünkü saçım çok düz.
Erkek: Bırak perçemli olsun.
Kadın: Çok yorucu.
Erkek: Yorduğu zaman tekrar kestirirsin.
Kadın: O zaman asla uzatamam.
Erkek: Uzatmak istiyorsan kestirme güzelim.
Kadın: Bana güzelim deme!!!!!!!
Erkek: ?!?!?!?!!
Kadın: Saçıma da karışıp durma!!!!
Erkek: Ya Sabır Allah'ım
Kadın: Saçımı diyorum saçımı nasıl etsem??
Erkek: Saçına da sana da bana da...
Kadın: Aaaaa deli mi ne, bi şey dedik sanki.... :)
___________________________________________
"Sakin bir erkeği, 10 dakika içinde delirten, psikopat yapan, 20 dakika sonra da tekrar sakinleştiren canlıya, "kadın" denir " :)
"Külliyen yalan" demek isterdim ama, ne mümkün :|
(Blogcu'da olduğum zamanlardan kalan hoş bir paylaşımdı....)
27 Ağustos 2013 Salı
~ Ev Yapımı Diş Macunu Tarifi ~
Florür olmadan inci gibi bembeyaz dişlere sahip olmak ister misiniz?
Ağız ve diş bakımınıza özen gösteriyor ancak kimyasallardan yapılmış diş macunu kullanmak istemiyorsanız bu tarif tam size göre. Hem daha sağlıklı hem daha ekonomik olması açısından diş macununu evde yapabilirsiniz. Hem de yapımı gayet basit.
1 su bardağı karbonata 5 çay kaşığı deniz tuzu ekleyin.
Su ilave ederek macun kıvamına getirin.
1-2 çay kaşığı nane yağı ile diş macununu lezzetlendirin.
Hazırladığınız bu diş macunu hoşuna giderse, hava sızdırmaz bir tüpe, kavanoza ya da plastik poşete koyup saklayabilirsiniz.
İçinde birçok kimyasal bulunan diş macunu yerine evde doğal malzemelerle hazırlanan diş macununu sağlığınız için daha faydalı. Diş macununun içindeki bu toksik kimyasallar yapay tatlandırıcı, sorbitol, sodyum lauryl sülfat ve florürü kapsıyor. Bilim adamları bu maddelerden bazılarının kanserle ilişkili olduğunu ve zamanla bu maddelerin vücutta biriktiğini tespit ettiklerini söylüyorlar!....
Son olarak en iyi sonucu elde etmek için en az günde 2 kez hazırladığınız macunla dişlerinizi fırçalayın... Bu karışımı hazırlayıp gönül rahatlığıyla çocuklarınız içinde kullanabilirsiniz, ama misvağın hem sağlık açısından daha faydalı olduğunu, hem de sünnet olduğunu unutmayınız!... Selam ve Dua ile...
23 Ağustos 2013 Cuma
Cuma'mız Mübarek Ola!.
............... Hayırlar feth, Şerler def ola.
....................... Bizi bizden ala. Birlik vere, dirlik vere.
.............................. Fitne ve fesat gide, Huzur süre gele.
..................................... Aşk ola, daim ola.... Cuma'mız Mübarek Ola!.
21 Ağustos 2013 Çarşamba
~ Bir seni, hâlâ ~
~ Gülleri sarı severim, toprağı ıslak ~
~ Türküleri yanık, şiirleri hoyrat! ~
~ Havayı nemsiz, çayı demsiz ~
~ Bir seni olduğun gibi ~
~ bir seni her şeye rağmen ~
~ Bir seni, hâlâ ~
~ Ümit Yaşar Oğuzcan ~
~ Ayakta Su İçmek ~
Mide açken dakikada üç defa açlık kasılmaları olur. Kişi bunu açlık hissinden kramp tarzında ağrılara kadar değişik şekilde hisseder. Bu durum 10 ile 60 dakika devam eder. Daha sonra mide bir ile iki buçuk saat istirahata çekilir.
Burada şunu belirtelim ki insan midesinin ayakta ve oturur vaziyetteki pozisyonu farklıdır.
Ayakta duran bir insan eğer sıvı gıda içerse doğrudan doğruya onikiparmak barsağına geçer. Midenin küçük eğriliğine uyan kısmında Waldeyerin mide caddesi denen bir oluk bulunur. Sıvı gıdalar bu yolu takip ederek zaten devamlı küçük bir açıklığı olan mide çıkışını (pilor) geçerek 12 parmak barsağına geçer.
Eğer insan sıvı gıdayı oturarak içerse bunlar önce midede birikir, asitle karışarak mikropları ölür ve sonra 12 parmak barsağına geçer. Bu durumda oturarak su içme usulüne uymakla insan kolera da dahil, birçok hastalıklarından korunmuş olur. Rastgele yerde meşrubatı alıp ayakta içenler bu tehlikeye daha fazla maruz kalırlar.
~ SU İÇERKEN OKUNACAK DUA ~
Suyu Besmele ile üç nefesde içmeli, her nefesde ağzını bardaktan çekmelidir. Peygamber Efendimiz(s.a.v) de böyle yaparlardı. Birinci nefeste Rabbine, verdiği ni’met sebebiyle şükretmeli, ikinci nefeste, kendisine ortak olmaması için Allah'ü teâlâ’ya şeytandan sığınmalı, üçüncü nefeste içtiği suyun şifâ olması için Allah'ü teâlâ’ya niyazda bulunmalıdır.
Her nefesin sonunda da Allah'ü teâlâ’ya hamd ederse, “Elhamdülillah” derse içtiği su, diğer su içmesine kadar karnında tesbih eder.
Hadis-i şerifde: “Günahı çok olan, çok su dağıtsın” buyurulmuştur.
Peygamberimiz buyurdu ki, “Su içeceğiniz vakit, ayakta içmeyiniz ! Vücudunuze zararlıdır. Yalnız abdestten artan su ve zemzem-i şerif ayakta içilir.”
Çocuklarımız daha küçükken oturarak su içmesini öğretmeliyiz.Alıştıkları takdirde, (su istediklerinde) siz söylemeden kendileri zaten oturacaklardır... Tecrübe ile sabittir...
İnandığınız gibi yaşamazsanız… Yaşadığınız gibi inanmaya başlarsınız. Hz.Ömer.
(silinen eski bloğumdan hatıra kalan bir paylaşımdı)
~ ÖKÜZLÜĞÜN ALEMİ YOK! ~ (üşenmeden okumanızı tavsiye ederim!)
Ormanın birinde Aslanlar toplanmış. "yahu" demişler, "hesapta kralız, açlıktan öleceğiz birader. Maymuna saldırsak, ağaca kaçıyor; fillere saldırsak, fazla büyük... Ceylanlar hızlı, yetişemiyoruz; kuşa dalsak, uçuyor, eee balık yakalayacak halimiz de yok... N'aapsak? "
Bir tanesi "en iyisi, öküzlere saldıralım" demiş,
"iri yarı görünüyorlar ama ne pençeleri var, ne dişleri diş... Tam dişimize göre!"
Olur mu? Olur.
Hücum!
Ama evdeki hesap çarşıya uymamış;
Öküz, öyle yabana atılacak hayvan değilmiş meğer...
organize oluyorlar, topluca savunma yapıyorlar, püskürtüyorlarmış.
Aslanlar aç bilaç.
N'aapsak, n'aapsak?
"tilkiye danışalım" demişler.
Tilki "kolay" demiş,
"beni, öküzlerin yaşadığı zengin otlakların prensi yapın, işinizi halledeyim..."
Kabul etmişler.
Tilki, elinde beyaz bayrakla öküzlere gitmiş,
"saygıdeğer öküzler" demiş,
"aslında aslanlar uysaldır, sizi de çok seviyorlar...
Ama; Şu aranızdaki sarı öküz var ya, sarı öküz, işte sorun o...
Görünce tahrik oluyorlar, canları çekiyor, verin şu sarı öküzü,
Kurtulun kardeşim, huzur içinde yaşayın! "
Öküz heyeti düşünmüş taşınmış,
"bana dokunmayan yılan bin yaşasın" Mantığıyla,
verivermişler sarı öküzü...
Aslanlar da afiyetle yemiş.
Bir gün, iki gün ....
Tilki gene gelmiş.
"bakın gördüğünüz gibi, saldırılar kesildi, mutlu mutlu yaşıyorsunuz" demiş
Ve eklemiş:
"ama şu var ya benekli öküz, benekli öküz,
O burada olduğu sürece size rahat yüzü yok arkadaş,
Canları çekiyor, verin, kurtulun!"
Öküz heyeti düşünmüş,
"otlağın selameti için"
Teslim etmiş benekli öküzü...
Üç gün, dört gün...
Tilki gene gelmiş.
Kuyruğu uzun olanı...
Burnu beyaz olanı...
Tombul olanı...
Tek tek alıp, gitmiş.
Otlak seyrelmiş.
Semirmiş aslanlar.
Günlerden bir gün... Artık tilki gelmemiş!
Gerek kalmamış çünkü.
Doğrudan aslan gelmiş.
"hanginizi istiyorsam,
Canım hanginizi çekiyorsa, onu vereceksiniz,
Adamı hasta etmeyin" demiş.
Otların arasında tir tir titreyen, tek tük kalmış öküzler,
"keşke sarı öküzü vermeseydik" demiş ama iş işten geçmiş.
İşte Öküzlük böyle bir şeydir...!!!!
____________________________________________
Bu hikayeden sonra çağrışım yapan benzer bir hadise, dünyaca ünlü Alman şair ve tiyatro yazarı Bertolt Brecht bir şiirindeki (gerçeği anlatan) dizeleri gibi, aynen şöyle;
"Naziler önce komünistleri tutukladılar;
Komünist değilim diye ses çıkarmadım.
Sonra Yahudileri tutukladılar,
Yahudi değilim dedim, sesimi çıkarmadım.
Sosyal demokratları tutukladılar,
Savunmak bana mı kaldı dedim, sesimi çıkarmadım.
Sıra bana geldiğinde;
Etrafta tutuklanmama ses çıkaracak kimse kalmamıştı!"
Şimdi bakın çevrenize, olup bitenlere çevrenizde ses çıkartacak kimse kalmadıysa;
Umarım yakında sıra size gelmez!..
O halde neymiş; ÖKÜZLÜĞÜN ALEMİ YOK! :)
Gündemde olan ve son haftalarda (hatta aylarda) yaşananlardan keyif alanlara hafiften bir gönderme!....
16 Ağustos 2013 Cuma
~ Mâtem Bile Yapamıyoruz ~
MISIR’DA korkunç zulümler, kıyımlar oluyor. Mısır kardeş bir ülke… Mısır kan ağlarken Türkiye’de vur patlasın çal oynasın eğlenceler devam ediyor.
Kahire’de masum insanların kanları akıyor oluk oluk. Binlerce yaralı inliyor. Kadınlar, çocuklar öldürülüyor…
Mısır’da Firavun hortladı, firavunluk hortladı.
Kan, göz yaşı, feryat var orada.
Kardeş Türkiye’ye böyle bir durumda eğlenmek yakışır mı? Komşu yanıyor, biz rutin hayatımızı sürdürüyoruz.
Mısır’da olup bitenlere elbette Gizli Yahudiler ağlayacak değil. Çoğunluğu oluşturan Müslümanların ağlaması, feryat etmesi, dövünmesi gerekir.
Kardeşlerimiz şehid edilirken, yaralanırken, sivil halka ateş açılırken niçin iştahlarımız kapanmıyor, gözlerimiz yaşarmıyor?
Niçin mâtem tutmuyoruz?
Hâlâ ıvır zıvır magazin haberleri, deli saçması dedikodularla meşgulüz.
Şu medyamıza bakınız: Karpuz kanı sulandırır, tarçın şekeri düşürmüş… Filanca mankenin programda askısı kopmuş, göğsü görünmüş… Futbolcular, şarkıcılar, sevimli kedi yavruları, din baronları, rockçı imam, Gezici İslamcılar… Mısır kan ağlıyor, bizde cümbüşe devam.
Peygamberimiz (Salat ve selam olsun ona) ne buyuruyor: Doğudaki Müslümanın ayağına diken batsa, Batıdaki Müslüman onun acısını yüreğinde hisseder.
Vaktiyle Hindistan Müslümanları Osmanlı Hilafeti konusunda ne kadar çırpınmış, feryat etmişlerdi. Yazık… Bizde onlarınki kadar dinî hamiyet yok.
Mısır Müslümanları birleşmedikleri, tek bir Ümmet olamadıkları için bugünkü feci duruma düştüler. Biz ibret alıyor ve toparlanıyor muyuz?
Acımayana acınmazmış…
Bugün Mısır, sonbaharda Türkiye…
Müslümanları birleştirmek için çalışmayan keyfe mâ yeşa Hazerat-ı Muhteramat, siz nasıl hesap vereceksiniz?
(İkinci yazı)
Kadir Gecesinde Fâcia
SON Kadir gecesinde Diyanet, İstanbul’un büyük camilerinden birini Ehl-i Sünnet dışı aykırı ve hatalı inanç ve fikirler sahibi bir zata tahsis etti; gece geç vakitlere kadar bu zat tv ekranlarının karşısında konuştu.
Bir Ehl-i Sünnet mensubu olarak bu durumdan hiç hoşnut ve memnun kalmadım.
Terbiye ve edeb dairesinde protesto ediyorum, kınıyorum.
ABD, AB, İsrail, Papalık, Evangelist kiliseler; Sabataycılar, diğer Kripto Yahudiler, zamane İbn Sebe’leri Türkiye’de Ehl-i Sünneti yıkmak, onun yerine, işlerine gelen uysal ve evcil bir İslam türetmek istiyor.
Ehl-i Sünnet gerçek İslamdır. Onların türetmek istediği, münzel=indirilmiş İslam değil, uydurulmuş İslamdır. Bütün bu işlerde, bozuk ilahiyatçıların büyük rolü, hissesi, tuzu biberi bulunmaktadır.
Farmason Afganîci, Farmason Abduhcu, onların tilmizi Reşid Rızacı ilahiyatçılar.
Taqiyye yapan Mutezilî ilahiyatçılar.
Fazlurrahmancı ilahiyatçılar.
Mezhepsiz ilahiyatçılar.
Sünnet düşmanı ilahiyatçılar.
Feminist ilahiyatçılar.
Efendimizin (Salat ve selam olsun ona) sahih hadîslerini AB normlarına göre AYIKLAYAN ilahiyatçılar.
Kadir gecesinde büyük bir İstanbul camiinde program yapan zat, birkaç yıl önce Afganiyi tenkit edenler için “Onlar Afganinin taharet bezi bile olamazlar” demişti.
Diyanete sızmış bazıları taqiyye ve kitman yaparak kendilerini Sünnî gibi gösteriyor.
Halkın büyük kısmının dönen dolaplardan haberi yok.
Diyanet, AYIKLANMIŞ hadisler külliyatını bastırdı ama piyasaya vermiyor. Niçin?
Siz Ankara Ekolü ne demektir bilir misiniz?
Siz İslamiyat dergisi nasıl bir dergidir bilir misiniz?
Siz, BBC’nin, “İslam tarihinde on dört asırdır görülmemiş bir reform” dediği hadîs ayıklama işi nedir biliyor musunuz?
Diyanet kadrolarına binlerce Feminist kadın eleman alındı…
İslam tarihinde görülmemiş bir yenilik: Kadın müftü yardımcıları…
Büyük bir Anadolu şehrinin kadı müftü yardımcısı Buharî’de yer alan sahih bir hadîs için “Peygambere söyletmişler” dedi. Haberiniz var mı?
Bazı tarihî camilerin restorasyonu yapılıyor, tamin bitekten sonra mabet ibadete açılıyor ve bir de bakıyorsunuz ki, eski Hulefa-i Râşidîn levhaları yerlerine asılmamış…
Bugün sinsice öyle reformlar yapılıyor ki, M. Kemal ve İsmet Paşalar zamanında bile yapılmamıştı.
Din içinden, temelinden çökertilmek isteniyor.
Ehl-i Sünnet çökerse Türkiye de çöker.
M. Şevket Eygi / Milli Gazete
16 Ağustos 2013 Cuma 00:01
Kahire’de masum insanların kanları akıyor oluk oluk. Binlerce yaralı inliyor. Kadınlar, çocuklar öldürülüyor…
Mısır’da Firavun hortladı, firavunluk hortladı.
Kan, göz yaşı, feryat var orada.
Kardeş Türkiye’ye böyle bir durumda eğlenmek yakışır mı? Komşu yanıyor, biz rutin hayatımızı sürdürüyoruz.
Mısır’da olup bitenlere elbette Gizli Yahudiler ağlayacak değil. Çoğunluğu oluşturan Müslümanların ağlaması, feryat etmesi, dövünmesi gerekir.
Kardeşlerimiz şehid edilirken, yaralanırken, sivil halka ateş açılırken niçin iştahlarımız kapanmıyor, gözlerimiz yaşarmıyor?
Niçin mâtem tutmuyoruz?
Hâlâ ıvır zıvır magazin haberleri, deli saçması dedikodularla meşgulüz.
Şu medyamıza bakınız: Karpuz kanı sulandırır, tarçın şekeri düşürmüş… Filanca mankenin programda askısı kopmuş, göğsü görünmüş… Futbolcular, şarkıcılar, sevimli kedi yavruları, din baronları, rockçı imam, Gezici İslamcılar… Mısır kan ağlıyor, bizde cümbüşe devam.
Peygamberimiz (Salat ve selam olsun ona) ne buyuruyor: Doğudaki Müslümanın ayağına diken batsa, Batıdaki Müslüman onun acısını yüreğinde hisseder.
Vaktiyle Hindistan Müslümanları Osmanlı Hilafeti konusunda ne kadar çırpınmış, feryat etmişlerdi. Yazık… Bizde onlarınki kadar dinî hamiyet yok.
Mısır Müslümanları birleşmedikleri, tek bir Ümmet olamadıkları için bugünkü feci duruma düştüler. Biz ibret alıyor ve toparlanıyor muyuz?
Acımayana acınmazmış…
Bugün Mısır, sonbaharda Türkiye…
Müslümanları birleştirmek için çalışmayan keyfe mâ yeşa Hazerat-ı Muhteramat, siz nasıl hesap vereceksiniz?
(İkinci yazı)
Kadir Gecesinde Fâcia
SON Kadir gecesinde Diyanet, İstanbul’un büyük camilerinden birini Ehl-i Sünnet dışı aykırı ve hatalı inanç ve fikirler sahibi bir zata tahsis etti; gece geç vakitlere kadar bu zat tv ekranlarının karşısında konuştu.
Bir Ehl-i Sünnet mensubu olarak bu durumdan hiç hoşnut ve memnun kalmadım.
Terbiye ve edeb dairesinde protesto ediyorum, kınıyorum.
ABD, AB, İsrail, Papalık, Evangelist kiliseler; Sabataycılar, diğer Kripto Yahudiler, zamane İbn Sebe’leri Türkiye’de Ehl-i Sünneti yıkmak, onun yerine, işlerine gelen uysal ve evcil bir İslam türetmek istiyor.
Ehl-i Sünnet gerçek İslamdır. Onların türetmek istediği, münzel=indirilmiş İslam değil, uydurulmuş İslamdır. Bütün bu işlerde, bozuk ilahiyatçıların büyük rolü, hissesi, tuzu biberi bulunmaktadır.
Farmason Afganîci, Farmason Abduhcu, onların tilmizi Reşid Rızacı ilahiyatçılar.
Taqiyye yapan Mutezilî ilahiyatçılar.
Fazlurrahmancı ilahiyatçılar.
Mezhepsiz ilahiyatçılar.
Sünnet düşmanı ilahiyatçılar.
Feminist ilahiyatçılar.
Efendimizin (Salat ve selam olsun ona) sahih hadîslerini AB normlarına göre AYIKLAYAN ilahiyatçılar.
Kadir gecesinde büyük bir İstanbul camiinde program yapan zat, birkaç yıl önce Afganiyi tenkit edenler için “Onlar Afganinin taharet bezi bile olamazlar” demişti.
Diyanete sızmış bazıları taqiyye ve kitman yaparak kendilerini Sünnî gibi gösteriyor.
Halkın büyük kısmının dönen dolaplardan haberi yok.
Diyanet, AYIKLANMIŞ hadisler külliyatını bastırdı ama piyasaya vermiyor. Niçin?
Siz Ankara Ekolü ne demektir bilir misiniz?
Siz İslamiyat dergisi nasıl bir dergidir bilir misiniz?
Siz, BBC’nin, “İslam tarihinde on dört asırdır görülmemiş bir reform” dediği hadîs ayıklama işi nedir biliyor musunuz?
Diyanet kadrolarına binlerce Feminist kadın eleman alındı…
İslam tarihinde görülmemiş bir yenilik: Kadın müftü yardımcıları…
Büyük bir Anadolu şehrinin kadı müftü yardımcısı Buharî’de yer alan sahih bir hadîs için “Peygambere söyletmişler” dedi. Haberiniz var mı?
Bazı tarihî camilerin restorasyonu yapılıyor, tamin bitekten sonra mabet ibadete açılıyor ve bir de bakıyorsunuz ki, eski Hulefa-i Râşidîn levhaları yerlerine asılmamış…
Bugün sinsice öyle reformlar yapılıyor ki, M. Kemal ve İsmet Paşalar zamanında bile yapılmamıştı.
Din içinden, temelinden çökertilmek isteniyor.
Ehl-i Sünnet çökerse Türkiye de çöker.
M. Şevket Eygi / Milli Gazete
16 Ağustos 2013 Cuma 00:01
8 Ağustos 2013 Perşembe
~ Bayramınız Mübarek Olsun ~
Bayramda erken kalkmak, gusletmek, misvak kullanmak, güzel koku sürünmek, yeni ve temiz elbise giymek, sevindiğini belli etmek, yüzük takmak, karşılaştığı müminlere güler yüzle selam vermek, fakirlere çok sadaka vermek, İslamiyet’e doğru olarak hizmet edenlere yardım etmek, dargınları barıştırmak, akrabayı, din kardeşlerini ziyaret etmek, onlara hediye götürmek sünnettir.
Bayram gecelerini ihya edenin kalbi, kalblerin öldüğü günde ölmez. ~Taberani ~
5 Ağustos 2013 Pazartesi
~ El-vedâ ya Şehr-i Ramazan ~
Ayrılığının hüznü bayramının vuslat sevincine karışıyor…
“El-vedâ sana” derken elde vedâ, gönülde sevda kalıyor…
Hangi ayrılık vuslatla bu denli yakındır?.
Ben senden uzaklaşırken sana yaklaşıyorum…
Seni özlemekliğim hiç bitmiyor…
Sana kavuşmaklığım hep sürecek...
Ben senden razıyım!.. Dilerim sen de benden razı olasın!.
El-vedâ ya Şehr-i Gufran el-vedâ.
El-vedâ ya Şehr-i Ramazan el-veda....
3 Ağustos 2013 Cumartesi
~KADİR GECESİ’NİN FAZÎLETİ~
Ashâb-ı Kirâm, Allâhü Teâlâ’nın Kadir Gecesi hakkında “Bin aydan hayırlıdır.” meâlindeki âyet-i kerîmesine sevindikleri kadar hiçbir şeye sevinmediler.
Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.) ashâbına İsrailoğullarından dört kişiyi anlattı. Bunlar göz açıp yumuncaya kadar bir zaman dahi Allâh’a âsî olmadan seksen sene ibâdet etmişlerdi. Resûlullâh’ın (s.a.v.) ashâbı da bundan dolayı hayret etmişlerdi. Cebrâil (a.s.) geldi ve:
“Yâ Muhammed! Sen ve ashâbın, bu zâtların göz açıp yumuncaya kadar kısa bir vakitte bile Allâh’a isyan etmeden seksen sene ibâdet etmelerine hayret ettiniz. Allâhü Teâlâ sana bundan hayırlısını indirdi.” dedi ve “İnnâ enzelnâhü fî leyleti’l-kadr...(Biz, onu Kadir Gecesi’nde indirdik.)” meâlindeki âyet-i kerîmesi ile başlayan Kadr Sûresi’ni sonuna kadar okudu.
Resûlullâh Efendimiz (s.a.v) çok sevindiler. (Gunye, 2-16-19)
KADİR GECESİ’NDE NE YAPILIR?
Bu gece dört rek’at Kadir Gecesi namazı kılınır:
1’inci rek’atte: 1 Fâtiha, 3 İnnâ enzelnâhü...,
2’nci rek’atte: 1 Fâtiha, 3 İhlâs-ı şerîf,
3’üncü rek’atte: 1 Fâtiha, 3 İnnâ enzelnâhü...,
4’üncü rek’atte: 1 Fâtiha, 3 İhlâs-ı şerîf okunur.
Namazdan sonra:
` 1 defa, “Allâhü ekber Allâhü ekber, Lâ ilâhe illallâhü vallâhü ekber, Allâhü ekber ve lillâhi’l-hamd.”
` 100 “Elem neşrah leke...” sûresi,
` 100 “İnnâ enzelnâhü...” sûresi,
` 100 defa da Resûlullâh Efendimiz’in Hz. Âişe vâlidemize öğrettiği “Allâhümme inneke afüvvün kerîmün tuhibbü’l-afve fâ’fü annî” duâsı okunur ve duâ edilir.
Mümkünse, bir de tesbih namazı kılınmalıdır.
(Duâ ve İbâdetler, Fazilet Neşriyat)
Hz. Âişe Vâlidemiz (r.anhâ) “Yâ Resûlallâh! Kadir Gecesinin hangi gece olduğunu bilirsem nasıl duâ edeyim? Haber verir misiniz?” dedim. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) “Allâhümme inneke afüvvün kerîmün tühıbbü'l-afve fa'fu annî” diye dua et.” buyurdular.
~ Hadîs-i Şerîf, Sünen-i Tirmizî ~
1 Ağustos 2013 Perşembe
~ Mushaf-ı Şerif Sergisi Yarın Ziyarete Açılıyor ~
İstanbul Sultanahmet Medresesi’nde, yarın (2 Ağustos Cuma günü) açılacak Mushaf-ı Şerif Sergisi'nde 99 el yazması Mushaf-ı şerif sergilenecek.
Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Diyanet İşleri Başkanlığının himayelerinde gerçekleştirilecek "Mukaddes Miras Mushaf-ı Şerif” adlı sergide hepsi özel koleksiyonlardan 99 el yazması Mushaf-ı şerif sergilenecek. En eski Mushaf örneklerinin Abbasi dönemine ait olduğu sergide 19. yy'ın önemli hattatlarından Mushaflar da var.
Açılışını Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ ve Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez'in yapacağı sergi, yarın (2 Ağustos Cuma günü) saat 14.30’da ilk ziyaretçilerini ağırlayacak.
Sergide üçüncü asırdan 18. asra, Abbasilerden Emevilere, Çin'den Moğolistan'a bütün İslam coğrafyasında kaleme alınan, İslam hat sanatında ekol kabul edilen Hafız Osman, Mehmet Emin Üsküdari, Mahmud Sivasi, Hafız Yusuf ve Derviş Mehmed gibi ünlü hattatların da eserlerinin bulunduğu 99 el yazması Mushaf-ı şerif sergilenecek.
Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi öğretim üyelerinden Ali Rıza Özcan'ın sanat danışmanlığında gerçekleştirilecek sergide, ayrıca Şeyh Hamdullah, Sami Efendi, Mahmud Celaleddin, Yesarizade Mustafa İzzet, Ömer Vasfi Efendi, Hulusi Yazgan, Kamil Akdik, Mehmet Şefik gibi önemli isimlerin hüsn-ü hat çalışmalarına da yer verilecek. Tarihin birçok dönemine ait el yazması Kur'an-ı Kerim'lerin bulunacağı serginin önemli bir özelliği Mushafların farklı coğrafyalara ve hat ekollerine ait olması.
99 nadide eserin yer aldığı sergi, 2 Eylül 2013 tarihine kadar ziyaret edilebilecek. Nisan ayında Ayasofya'da halkın beğenisine sunulan ‘Hattın Sultanları’ adlı Hüsn-i Hat Sergisi yoğun ilgi görmüştü.
http://www.istanbulajansi.com/haber/4931/Mushaf-i-Serif-Sergisi-yarin-ziyarete-aciliyor.html
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)